- Ayrıntılar
-
Kategori: Gündem
Murat BARDAKÇI
Çocukluğumun yaşlıları, Sultan Abdülhamid zamanın gençleri idiler...
Evimiz, Yıldız Sarayı’na birkaç dakika mesafedeki Teşvikiye’de idi; aile büyüklerim bu semtte ve bu evde doğup büyümüşlerdi, kendilerini “sarayın komşusu” addederlerdi ve evde Abdülhamid’in bahsinin geçmediği gün yoktu...
Ya Yıldız’daki Cuma selâmlıklarını, faytonuyla camie giden hükümdarı birkaç defa gördüklerini anlatırlardı; yahut nâdir de olsa bazı günlerde, özellikle de bayramlarda saraydan “komşu hakkı” diye gönderilen yemekleri, meselâ kâsede zangır zangır titreyen elmasiyenin nefasetini yahut o devrin meşhur saray paşalarının ayyuka çıkmış rezaletlerini...
Hani şimdinin yaşlıları sohbetlerinde bundan 60-65 sene öncesinden bahsederken “İsmet Paşa zamanı şöyleydi, Demokratlar gelince böyle oldu, Celâl Bayar bir gün demişti ki, 27 Mayıs’tan sonra ah neler neler yaşadık!” diye anlatırlar ya, işte onun gibi... Bizim evin ve mahallenin büyükleri için 60 sene öncesi Sultan Abdülhamid’in devr-i iktidarı idi ve hemen her gençlik hatırasında padişahın mutlaka bir yeri vardı.
Hanımlar için Sultan Abdülhamid demek, o kadar sene sonra bile hâlâ ucuzluk, bolluk ve “on paraya alınan ekmek” demekti ama erkekler pek o kanaatte değildiler. Padişahtan hâlâ “Efendimiz” diye bahseden büyükbabalar, beyefendiler yahut filânca bey amcalar tabii ki vardı ama “Taif’e yollanmaktan falan Paşa’nın Zaptiye nezdindeki tavassutu sayesinde son anda kurtulduğunu”, o günlerde pek rahat nefes alamadıklarını ve jurnalciliğin nasıl bir belâ olduğunu anlatırlar, sonra “İstibdat gitti, Hürriyet geldi ama beter olduk, Hürriyet’te de söz söyleyebilmek ne haddimize?” derlerdi.
“İstibdat” Sultan Abdülhamid’in zamanı, “Hürriyet” de İkinci Meşrutiyet demekti...
Devamını oku...