• İktibas

  • İktibas

  • İktibas

  • İktibas

Copyright 2024 - Custom text here

LONDRA İZLENİMLERİM / Hatice SELVA

LONDRA  İZLENİMLERİM

Hatice SELVA

Londra yatay bir şehir. İstanbul'la mukayese edecek olursak, İstanbul'un yedi tepesi ve koca binalarıyla dikey bir şehir olduğunu düşünürüz. Orada gezerken ise devletin, kendi değerlerini(!) ve halkını önemseyen bir devlet olduğu bariz dikkat çekicidir. En kenar mahallelerden tutun şehrin en merkezine kadar bir istikrar hakimdir. Bazı binalar çok eskiden yapılmış olmasına rağmen insana sağlamlık hissi vermekte. Yeni yapılan binalar ise şehrin dokusunu, estetiğini bozmadan, tarzı tek tip olmasa da geçmişle uyumlu, ahengi bozmadan, kaliteye dikkat edilerek yapılıyor. Buna rağmen gezdiğiniz yerlerde birşeylerin eksikliğini hissedersiniz yine de: Şehir ruhsuz gibi...

Aksine bizim mahallelerimizden ise hayat fışkırır sanki. Onlarda Yaşanmışlık var. Küçüklü büyüklü  evlerimize annenin (dişi kuşun) ruhu yansımıştır. Yuvasını ilmek ilmek dokumuştur sabrıyla, sevgisiyle, emeğiyle. Orada hissedemezsiniz bunu. Pansiyon misali yatılıp kalkılan evlerde aile olmanın getirdiği yaşanmışlık yok derecesine az.

Bolca müze var şehirde. Her biri kendi kategorisinde çok zengin ve donanımlı. Hakkıyla gezmek istediğinizde bitirmek çok zor. Bir resim müzesini gezerken, çok eski tarihlerde yapılmış olan resimlerin bu güne kadar korunabilmiş olmasına, resmi yapan sanatçıların yeteneklerine şaşırır, ve bu sanatçıların yaşadıkları toplumun kültürüne, tarihine yabancı olmadıklarını düşünürsünüz. Tarihi resmetmişler adeta. Hz. İsanın hayat hikayesi en ince detaylara kadar resimlere nakşedilmiş. Öyle ki resmin tek başına yeterli olduğunu, hayatta söz ve yazı olmadan da bir şeyler anlatılabileceğini düşünürsünüz. Yüzyıllar öncesinde yaşamış toplumların giyim tarzı, yaşam biçimi, tarihi ve kültürü hakkında ipuçları veriyor bu resimler. Çağlar öncesi teknolojiyi, malzemeyi, kabiliyetleri düşünürken bu günle mukayese ediyorsunuz ister istemez.

British Museum’u gezerken mısır mumyalarının, lahitlerinin çeşitliliği şaşırtır sizi. Bir tek Piramitleri taşıyamadıkları için sergileyememişler diye düşünürsünüz bir an. Oysa, başta Mısır olmak üzere diğer ülkeler -Türkiye dahil- kendi değerlerini koruyamamışlar mı, önemsememişler mi? Düşündürücü...

Devamını oku...

'5 bin Mehmetçik Myanmar’da can vermişti'

4_20

'Şimdi her işittiğimizde dünyanın tâ öbür ucundaki kanlı bir belde gibi hayâl ettiğimiz Myanmar ile bundan yüz sene öncesine dayanan ve “yakın” bir ilişkimiz mevcuttur' diyen Murat Bardakçı, Myanmar'da can veren Mehmetçiği yazdı...

Myanmar Ordusu'nun başlattığı ve Budist çetelerin verdiği destekle adeta soykırıma dönüşen Arakan Müslümanlarına yönelik saldırılar dünya gündeminde yeteri kadar yer bulmazken Türkiye, konu ile ilgili uluslararası kamuoyuna çağrı yapmış ve BM'yi devreye sokmak için harekete geçmişti. Gösterilen çabanın içte ve dışta ise farklı yansımaları olmakla birlikte içeride cılız da ollsa yükselen bir ses duyulmuştu: "Myanmar ile bizim ne alakamız var?"

Bu yorumlara başta Cumhurbaşkanı Erdoğan çok sert yanıt vermiş ve "Bunu söyleyenler bizim Myanmar'da şehitliğimiz olduğunu bile bilmiyorlar" demişti.

Habertürk Yazarı Murat Bardakçı, o şehitliği ve hikayesini bugünkü köşesinde aktardı. İşte Bardakçı'nın yazısının ilgili kısımları:

"İNGİLİZLER'E HÜCUM ETTİLER...

Şimdi her işittiğimizde dünyanın tâ öbür ucundaki kanlı bir belde gibi hayâl ettiğimiz Myanmar ile bundan yüz sene öncesine dayanan ve “yakın” bir ilişkimiz mevcuttur. Genç yarbay gayet vatanseverdi ama Irak gibi geniş toprakların kaderine hâkim olacak kadar tecrübesi yoktu; daha da önemlisi, hemen bütün İttihadçılar gibi hayalperestti. Arap aşiretlerini “İslam Birliği” şemsiyesi altında birleştireceğine inanıyor, Basra'ya saldıran İngilizler'i “Aşiretlerin yardımıyla ve süpürge sopasıyla” kovacağını söylüyordu.

12 Nisan 1915'te, kendisinden kat kat üstün İngiliz birliklerine hücum etti, Basra yakınlarındaki Şuayyibe'deki Bercisiyye Ormanı'nın çevresinde üç gün boyunca ardarda şehid verdik ve İngilizler birliklerimizin neredeyse tamamını imha ettiler. Süleyman Askeri Bey hatâsının farkına ancak o zaman varabildi ama hayalperestiği kadar namuslu olduğu için, kendi cezasını bizzat vermesi gerektiğini düşündü ve 14 Nisan günü tabancasının şakağına dayayıp tetiği çekti!

Devamını oku...

Abdülhamid Hân'ın Duası

...
Allahım helal etmiyorum!

Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!

Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili'nin (SalAllahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!

Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!

Ya Âdil!

Bana "Kızıl Sultan" adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!

Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..

Fakat yâ Rahman!..

Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!

Devamını oku...

Siyaset bir doğru ve bir yanlış arasından doğru olanı seçme işi değildir

 Siyaset bir doğru ve bir yanlış arasından doğru olanı seçme işi değildir.

Siyaset tarihinde böyle bir tercih vakası yaşanmamıştır. Her zaman çok sayıda seçenek olur, bunlar "doğru" veya "yanlış" değildir, çeşitli doğruluk ve yanlışlık dereceleri vardır. Doğru görünen tercihin doğru ve yanlış neticeleri olur.

Yem fiyatını artırırsanız yemciler sevinir sütçüler üzülür, süt alanlar üzülür. Et ithaline izin verirseniz besi hayvancılar üzülür, ucuz et alan tüketici sevinir. Vergiler düşerse esnaf sevinir ama bu defa esnafa ucuz kredi veren devlet bankasına fon aktarmak zorlaşır. Rusya ile işbirliği yaparsınız, ticaret hacmi artar, Suriye ve Kırım'da çatışma devam eder, AB ve ABD küser...

İran'la işbirliği yaparsınız, gazı ucuza alırsınız, Suriye'de kapışırsınız... Filistin'e yardım edersiniz, Filistin Ermenistan'la iş tutar, Esed'i destekler.

Ömer Özercan

 

Kaynak: http://edebiyatkultur.com

Türk Milleti'nin en büyük düşmanı

Türk Milleti'nin en büyük düşmanı komünizm veya faşizm veya Batı veya a-partisi veya b-lideri falan değildir. En büyük düşman, dert, problem, sorun, mesele, günah...

İLETİŞİMSİZLİK'tir.


İletişim özürlüyüz, iletişimi beceremiyoruz, niyet beyanı yapamıyoruz, okumuyoruz, yazmıyoruz, dinlemiyoruz, zanda bulunuyoruz, söyleniyoruz ama söylemiyoruz, anlamaya çalışmıyoruz, kastedilenle değil ağızdan çıkanla ilgileniyoruz, araba kullanırken sinyal vermiyoruz, not tutmuyoruz, maillere bakmıyoruz, kısa mesajları okumuyoruz, arayan var mı diye merek edip telefona bakmıyoruz... İletişim meselesinin Türkiye'ye maliyeti petrol ithalatından daha fazladır. Manevî maliyeti zaten hesaplanamaz.
Bu vaziyette iken harici düşmanlarla gereğinden fazla ve boş yere uğraşmanın manası yok.

Düşman; ağzımız, kulağımız, gözümüz, idrakimiz, irademiz...


Ömer Özercan

 

Kaynak: http://edebiyatkultur.com/

Nasihatname / Alev Alatlı - Ey Oğul!

Ey, Oğul! Gençsin. Uslanmış ömrün 21.yüzyılın ilk çeyreğine denk geldi. Aklını formatlayan, zamanın hakim doğruları. Sen sen ol, alâkalı delillerin bütününe vakıf olmadığında, aklının çıkarımlarına güvenme. Her daim gerekli, velâkin yeterli değildir akıl.

Ey, Oğul! Herşeyi anlamaya kalkan, öfkeden ölmeyi göze alır derler. Bilesin ki, akılla anlaşılamaz, pergele, cetvele gelmez bu Ülke. Kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye’ye sadece iman edilir.

Ey, Oğul! Devirli bir oluşumdur, tarih. Sakın ola ki, ezelden ebede dümdüz uzanan doğrusal bir hat bellemeyesin. Güneş her gün daha mütekâmil bir dünyaya doğmaz. Gün olur, en gerideki, en öndekinden ilerde olur. Aristarkus, Kopernik’e “zıpçıktı astrolog” diyen devrimci Martin Luter’den daha ilericidir. Ahmet Yesevi, Kadızade Mehmet’in çok ötesinde.

Ey, Oğul! Birşeye ille de benzeteceksen her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzet tarihi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğeri meyve vermekte, bir diğeri ise kurumaktadır. Bir çağda birden fazla çağ yaşanır.

Ey, Oğul! Sen sen ol çağdaş sözcüğünü insanlık tarihinin en ileri aşamasıdır belleme. Kimi medeniyet yükselirken, kimi çiçeğe durmakta, bir diğeri gerilemekte, beriki çökmektedir. Tek bir sürgüne takılıp kalma, bütüne bak. Ekolojiyi kolla ki, tarih çalısı sürgün vermeyi sürdürebilsin. Birşeyden korkacaksan, soğuyan Güneşin seni yarı yolda bırakmasından korkmalısın.

Devamını oku...

TARİHLE OYNAMAK GELECEKLE OYNAMAKTIR


Sait BaşerSait BAŞER


İnsanlığın bugün ve yarınlarında kültür birikimlerinin önemi tartışılmaz değerdedir. Şüphesiz “bugün”, “dün”ün yuvarlana gelmiş şeklinden ibarettir. Dolayısıyla “yarın”ların kurulmasında tarihî kültürün gerçekliğine en yakın şekilde bilinmesi, unsurlarının iyi anlaşılması şart.

Ancak Türkiye’deki güç odaklarının iktidar paylaşma kavgası, tarihî bilgi ve oluşlara sık sık olağanüstü derecede yüklenilmesine, hattâ onlardaki doğru ve tabii mesajların saptırılmasına yol açıyor. Bu odakların hâlihazırdaki konumlarını ve geleceklerini meşru kılmak adına dürüst ve objektif olmaktan uzak düşen bu tür kurgulama  gayretleri bazen o derece ifrata yol açıyor ki, konuya âşinâ olanların hayret melekelerini dumura uğratıyor. Kültürel geçmişimizle ilgili oryantalist saptırmalar biliniyor; ama güç ve iktidara kavuşmak uğruna, bizden görünen içimizdekiler o saptırmaları ne de tatlı kullanmaktadırlar.

Orhun Yazıtları’ndaki “Öd Tengri yaşar” (‘yasar’ veya ‘aysar’ şeklinde okunma ihtimalleri de söylenmiştir.) (Köl Tigin, Kuzey, 10.str.) “zamanı Tanrı yaşar” (veya kurar düzenler) cümlesi bu saptırmalara konu olan örneklerden.

Dikkatli ve zaman kavramı dışında bir varlık imkanı olmadığını bilenlere, bu cümlenin nasıl bir ontolojik değer taşıdığını anlatmaya gerek var mı? Yunus deyimiyle âdetâ “Dört kitabın mânâsı” bir özlü cümle bu.

Tanınmış hekimlerimizden Aykut Kazancıgil tercümesiyle (Prof.Dr. unvanı altında) İşaret yayınlarından çıkan  Jean Paul Roux’nun “Türklerin ve Moğolların Eski Dini” adlı kitapta, bu “Zamanı Tanrı yaşar” ibaresindeki “öd Tengri…” söylenişinin aslında bir "Zaman Tanrısı"na delâlet ettiği yazılmış. (s.100)"… gerçekte bir zaman Tanrısı söz konusudur.” denilmiş. Aynı şekilde “Oturan Tanrı”, “Yıldırım Tanrısı” gibi başka tanrılar da icat edilmiş ve onlara ‘özerklik’ (!) tanınmıştır.

Böylece eski Türk hayatındaki inanışa bir “Politeist” çehre kazandırılmak istenmiş.

Peşin peşin kabul ediyoruz ya! Atalarımız şaman idi ya! İşte böylece o “Şamanlık” inanışlarına dair iddialara zemin hazırlanmış. İşe bakın ki, “medenî antik Yunan”a, Tanrı Dağları’nda ‘barbar’ Türkler'in yarattığı bir başka ‘Panteon’ ile kardeş icat edilmiştir!.

Biliyorsunuz, biz konunun pek de yabancısı sayılmayız. İlk baskısını 1991de yayımladığımız Kök Tengri adlı araştırmamızda, eski Türkler'in Tanrı inanışı mevcut ve herkese açık kaynaklar ışığında ortaya konulmaya  çalışılmıştı.

Burada o çalışmayı özetlemeye kalkışacak değilim. Ancak gördüm ki bize ait kaynaklarda hele de Orhun Kitabeleri’nde ‘Tanrılar’ şeklinde, kavrama çokluk getiren bir ifade asla yok!..  Tanrı kelimesinin çoğul kullanımı yeni! O inancın hüküm sürdüğü devirlerde çoğul kullanıma rastlanmıyor.

Devamını oku...

f t g m